Film Hakkında Genel Bilgi
‘Savrulan Zaman’, uzun süreli ilişkisini sonlandırmış ve yeni bir başlangıç yapma çabası içindeki Alper’in (Selim Evci), iş yerinde yaşadığı ani ve beklenmedik bir olay sonrası iç dünyasında yaşadığı derin sorgulamaları ve arayışları anlatıyor. Film, bireylerin kendilerini yeniden keşfetme sürecine odaklanırken, aile, kadın-erkek ilişkileri, arkadaşlık ve iş arkadaşlığı gibi temel ilişkiler üzerinden ekrana yansıtılıyor. Bu anlatımla toplumun çeşitli kesitlerine ayna tutmayı amaçlıyor. İranlı kurgu ustası Mastaneh Mohajer’in kurgu sürecine katılmasıyla güç kazanan film, 12. Boğaziçi Film Festivali’nde ‘En İyi Kurgu’ ödülüne layık görülmüştü. Filmin yönetmeni Selim Evci ile bu etkileyici yapım üzerine özel bir röportaj gerçekleştirdik.
Empati ve Klişeleri Yıkma
-“Savrulan Zaman”, savrulmuş ruhların iç dünyasını ve zamanın akışını yansıtan bir tablo gibi duruyor. Bu film sürecinin nasıl geliştiğini anlatır mısınız?
Güzel bir benzetme. Yaşarken içimizde biriken tortular, film yazma sürecinde kendini gösteriyor. İnsan, en çok bildiği ve tecrübe ettiği konularda yazarken kendini güvende hissediyor. Ben de gri ve savrulmuş bir evrenin yansıması olan bu filmi, kendi içsel yolculuğumun bir parçası olarak ortaya çıkardım. ‘Savrulan Zaman’, benim geride bıraktığım, karmaşık ve belirsiz dönemlerin bir yansımasıdır.
İlişkiler ve Toplumsal Dinamikler
-Son yıllarda ilişkiler, en çok ilgiyi çeken konular arasında. Filmde, evlenmemiş, günümüz koşullarında nadir rastlanan orta sınıf yalnız erkeği Alper ve onun çevresindeki ilişkiler ağı ön plana çıkıyor. Toplum baskısı da bu anlatıya eklenmiş durumda. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlişkiler, hayatın temel ve merkezi unsurlarıdır. Akşam eve gelir, kapıyı kapatır ve dünyayı dışarıda bırakabilirsin; ama ilişkiler 7/24 seninle. İyi bir ilişki, herkesin ulaşmak istediği bir idealdir. Sanatın, edebiyatın, müziğin ve diğer tüm sanat dallarının temel temasını oluşturan bu konu, çağımızda insanların farkındalık seviyesinin giderek artmasıyla daha da ön plana çıkıyor. Bu farkındalık yükselirken, bazen paradoksal bir durum ortaya çıkıyor: İnsanlar daha bilinçli hale gelirken, toplumun dayatmalarıyla çatışmaya da giriyorlar. Kendini birey olarak var etmek, özgün olmak ve yalnız kalmak, günümüzün temel meseleleri arasında yer alıyor. Bu filmde, yalnızlığın sadece erkeklerin tercihi olmadığını özellikle vurguluyorum. Günümüzde kadınlar da yalnızlığı tercih edebiliyor ve bu durumu idealleştirebiliyorlar. Kadın karakterlerde de bu hisler mevcut. Bu noktada, mesele sadece erkek yalnızlığı değil; aynı zamanda, kadınların kendilerini bu duruma adapte etme biçimleriyle de ilgilidir. Alper’in yalnızlığı, bireysel bir durum olsa da, kadın izleyicilerin bu durumla empati kurabilmesi benim için çok önemli. Çünkü bu empati, klişeleri kırar ve günümüz gerçekliğine daha yakın bir anlatım sağlar.
Filmin Kurgusu ve Açıklığı
-Film, hem karanlık hem de oldukça açık bir anlatıma sahip. Bu tarzda bir kurguyu özellikle mi tercih ettiniz?
Hayatın kendisi kadar gerçekçi olması için bu yolu seçtim. Saklamak veya duruma göre konuşmak, yaşamda pek alışıldık bir durum değildir. Açık sözlülük, kısa vadede olumsuz bir izlenim bırakabilir; ancak uzun vadede güven inşa eder. İnsanlar içtenliği sezgisel olarak fark eder. Karakterlerin zaaflarını ve kırılganlıklarını vurgulamak, onları kahramanlaştırmamak adına bu dürüst yaklaşım önemliydi. Eğer bu dengeyi gözetmezsek, karakterler kahramana dönüşebilir ve bu da filmin duygusal etkisini azaltabilir.
İlişkilerde Detaylar ve Günümüz Toplumu
-Filmin, ilişkilerdeki küçük detaylara odaklanması ve bunları cesurca yansıtarak izleyicilere ayna tutması dikkat çekiyor. Bu detaylar, izleyicilerin dikkatini çekiyor ve filmdeki durumu daha gerçekçi kılıyor. Ancak, bu durum bazı izleyiciler tarafından dezavantajlı da görülebilir. Siz hangi taraftasınız: Çorabını koltuğunun arasına sıkıştırıp, partnerinin onu kaldırmasını bekleyen erkek mi, yoksa birlikte alınan eşyaları saklayıp, bunları partnerine sormadan kendine saklayan kadın mı?
Bu küçük detayların fark edilmesi beni gerçekten mutlu ediyor. Çünkü hayat, tam da bu küçük detaylarda saklıdır. Sinema, büyük olaylar veya dramatik anlar olmadan da güçlü bir anlatım yapabilir. Günümüz içerik platformları, genellikle büyük, görkemli ve abartılı olaylara odaklanıyor; bu da gerçeklikten uzaklaşıyor. Benim anlatımımda ise, günlük yaşamın içinden, küçük detaylar ve samimi anlar ön planda. Bu detaylar, insanın karmaşık doğasının ve ilişkilerin gerçek yüzünü ortaya koyar.
Sınıflar Arası İlişkiler ve Sosyal Dinamikler
-Aslında, film sadece kadın-erkek ilişkisini anlatmakla sınırlı değil. Ayrıca sınıflar arası ilişkileri de ele alıyor. Patron ve çalışanlar arasındaki küçük farklar ve nüanslar, sizin gözlemlerinizle ne kadar uyumlu?
Filmde, bazı sahnelerde işçi-işveren ilişkisine dair daha fazla mesaj vermek istedim. Ancak, şu haliyle bile belli oranda bu ilişkiler hissediliyor. İlginç olan, bu meselelerin anlatılması oldukça zor ve karmaşık olması. İşçi ve işveren arasındaki güç dengesi, her zaman gizli bir gerilim ve eşitsizlik barındırır. Bir tarafta para ve otorite; diğer tarafta ise kırılganlık ve tutumlar. Bu psikolojiyi sinemasal açıdan incelemek oldukça zengin ve derin bir alan. Bu ilişkilerin dinamikleri, insanların davranışlarını, tutumlarını ve iç dünyalarını anlamak açısından önemli.
Filmin Kısalığı ve Anlatım Hızı
-Film, diğer yapımlara kıyasla kısa olmasına rağmen, anlatmak istediklerini net ve etkili biçimde aktarıyor. Bu kısalık, ‘savrulan zaman’ metaforuyla bağlantılı mı?
Aslında bu hikâye, üç farklı bölümden oluşan bir yapı. Belki de arka arkaya izlenince, tek bir uzun film gibi bir his uyandırabilir. Bu bölüm, kendi içinde biraz kısa kalmış gibi görünebilir; ancak bu, bilinçli bir tercihten çok, kurgu sürecinin doğal bir sonucudur. İranlı kurgu uzmanı Mastaneh Mohajer ile yoğun çalışmalarımız sonucunda, sürenin biraz fazla kısaldığını fark ettik. Şu anda ikinci bölümün senaryosu üzerinde çalışıyorum; küçük bir ailenin merkezde olduğu başka bir hikaye anlatmaya hazırlanıyorum.
Alper’in Kendisi ve Sinema Anlayışınız
-Özel olarak sormak gerekirse, filmin ana karakteri Alper, ne kadar sizin kendinizi yansıtıyor?
Alper, biraz benim, biraz da çevremdeki insanlardan besleniyor. Bu sorunun en politik yanıtı budur diyebilirim. (Gülerek) Ama gerçekten, bu karakterin çizgisini tam olarak belirlemek zor; çünkü ben de sezgilerle sinema yapıyorum. İnsan önce kendine bakar, iç dünyasına yönelir. Ama bu, bir hedef veya kendini anlatma çabası değil. Çevremde gözlemlediğim, duyduğum ve zamanla senaryoya yansıyan çok fazla şey var. Sinema benim için bir kolaj yapmak gibi; malzemesi ise çoğunlukla yaşamın içinden, sokaktan, duygulardan ve küçük anlardan geliyor. Edebiyat veya başka sanat dallarından değil, doğrudan gerçek yaşamdan besleniyorum.
Akbank Kısa Film Festivali Deneyimi
-Akbank Kısa Film Festivali’nin direktörlüğünü yapıyorsunuz. Bu yılki onur konuğunuz Zeki Demirkubuz hakkında düşünceleriniz nedir? Nasıl geçti deneyiminiz?
Bir önceki yıl Nuri Bilge Ceylan’ı ağırlamıştık; bu yıl ise Zeki Demirkubuz onur konuğumuzdu. Her ikisi de sinema dünyasının usta ve etkili isimleri. Bu büyük ustalar, filmleriyle insan doğasının derinliklerine inmekte ve yeni nesillere ilham vermekte. Bu tür sanatçıların gençlerle buluşması oldukça değerli. Sanatın aktarım zinciri böyle işler: senden önce geleni görmek ve onun izinden gitmek. Usta-çırak ilişkileri, sanatın sürdürülebilirliği ve gelişimi açısından büyük önem taşır. Abbas Kiyarüstemi’nin yazdığı ‘Kanlı Altın’ filminin senaryosunu Cafer Panahi’ye vermesi veya Carlos Reygadas’ın Amat Escalante’yi desteklemesi gibi örnekler, sanatın ve sinemanın gelişimi için büyük katkılardır ve bu kültürel aktarımların devam etmesi gerekir.