Altın Palmiye ve Günümüz Dünya Coğrafyasında Yükselen Farkındalık
Altın Palmiye ödülüne aday gösterilen ve farklı coğrafyalardan gelen iki etkileyici film, bize insanlığın en temel meselelerini yeniden hatırlattı. Bu filmler, yaşadığımız dünyanın hangi köşesinde olursak olalım, en büyük tehlikenin fiziksel bir felaket veya savaş değil, demokrasiye ve temel haklara karşı yapılan saldırılar olduğunu yüksek sesle vurguluyor. İzleyicilere, omuzlarından tutup sarsan bu eserler, toplumların tarihsel gerçeklerini gözler önüne sererken, düşünmek ve sorgulamak için güçlü bir çağrı yapıyorlar.
Loznitsa’nın ‘İki Savcı’sında Sistem Çürümüşlüğü
Sergei Loznitsa’nın 1964 doğumlu yönetmenliğini yaptığı “İki Savcı” adlı filmi, 1930’ların Stalin dönemi Sovyetler Birliği’nin karanlık yüzünü keskin ve çarpıcı bir mizansenle gözler önüne seriyor. Film, siyasi iktidarların maşası haline gelen adalet sisteminin nasıl çürüdüğünü ve devlete ait hukuki kurumların nasıl manipüle edildiğini anlatıyor. Hikaye, bir genç ve idealist savcının, baskı ve adaletsizlikler karşısında durmaya çalışmasını merkezine alırken, gizli polisin işkence ve baskı yöntemleriyle gerçekleri nasıl çarpıttığını da gösteriyor. Sistemli işkenceler, sahte suçlamalar ve hukukun hiçe sayılmasıyla, devlet terörünün ve bürokratik yozlaşmanın ne boyutlara ulaşabileceğine dikkat çekiyor. Bu film, biçimsel olarak son derece tutarlı ve yalın bir tiyatrosal mizanseni kullanırken, zaman ve mekân ötesi, kafkavari bir atmosferle izleyiciyi etkiliyor. Ayrıca, soğuk estetik ve hüzünlü şiirsellik, filmin anlatım gücünü arttırıyor.
Fransa’da Polis Şiddeti ve Demokrasi Mücadelesi
Fransa’nın yakın tarihine damga vuran ve 2018’de patlak veren “Sarı Yelekliler” hareketinin önemli noktalarından birine odaklanan Dominik Moll’un “137 Numaralı Dosya” adlı filmi, toplumun polisiye ve hukuk sistemine dair derin bir sorgulamasını gerçekleştiriyor. Bu film, biçimsel açıdan oldukça sade ve akıcı olup, adeta bir televizyon dizisi veya klasik bir polisiyenin dilini kullanıyor. Ama bu tercih, filmin gücünü azaltmıyor; aksine, sıradan bir anlatımla, geniş kitlelere ulaşmayı hedefliyor. Siyasi, etik ve toplumsal boyutlarıyla polis şiddetini derinlemesine işleyen Moll, gerçek olaylardan yola çıkarak, kurumsal ve bireysel sorumlulukları ortaya koyuyor. Paris’in Champs-Elysées’sinde, Aralık 2018’de, silahlı bir polis timinin, hiçbir tehdit unsuru olmayan iki gence karşı orantısız güç kullanması, bu filmin ana olaylarından biri. Bir polis memurunun, ağır yaralanan gence tekme atması ve ambulans çağırmak yerine, onu tekmelemesi, polislerin sorumsuzluğunu ve şiddet eğilimlerini gözler önüne seriyor. Kurumsal soruşturma sonucunda, polislerin yalan söylediği, orantısız güç kullandığı delillerle ortaya çıkarken, devletin, kamu düzeni adına hukuk dışı uygulamalara nasıl göz yumduğu da gözler önüne seriliyor. Filmin sonunda, siyasi iradenin baskısı ve şiddet olaylarını örtbas etme çabaları, demokrasi ve hukuk devleti kavramlarının ne kadar kırılgan olabileceğine işaret ediyor. Bu yapıt, küresel anlamda polis şiddeti ve devlet terörüne karşı farkındalık yaratma konusunda önemli bir adım olarak öne çıkıyor. Tüm bu gelişmeler ışığında, dünya liderleri ve halklar, demokrasiyi güçlendirmek ve hukukun üstünlüğünü sağlamak adına daha bilinçli ve kararlı adımlar atmalıdırlar.