İstanbul’un simge mekânlarından Ataköy Baruthanesi, 7 Ağustos’tan itibaren ziyaretçilere açılan bir sergiye ev sahipliği yapıyor: “Bir Kere Oldum, Bin Kere Doğdum”. Küratörlüğünü Ceylân Önalp’in üstlendiği bu sergi, Deniz Doğruyol’un kâğıt hamuru tekniğiyle ürettiği heykeller etrafında şekilleniyor. Ziyaretler için 25 Ocak’a kadar açık olan sergi, iki kata yayılıyor.
DİPLOMATİK SÜREÇ BİRİNCİ KATTA BAŞLIYOR Ziyaretçinin en yoğun deneyimini ilk katta yaşadığı bu alan, plastik sanatların edebiyatla buluştuğu, mitolojik nüanslarla zenginleşen yer. Doğruyol’un taşıyla çalışan figürleri, kayıp, dönüşüm ve yeniden doğuş temalarını kişisel bir sorgulama alanına dönüştürüyor. Ziyaretçinin kendini unutmuş gibi hissettiği anlarda, sanatçı bu soruyu ilk olarak yöneltiyor ve ardından umudun ile niyetin nasıl bir araya geldiğini düşünmeye davet ediyor.
KÂĞIT TUZLUKLAR VE DİLEK AĞACI Serginin ritmi, ziyaret süresince duyulan bir melodiyle belirginleşiyor: Anne karnındaki bebek kalp atışları. Bu ses, Doğruyol’un “kayıp, dönüşüm ve yeniden doğuş” temasını aktarırken önemli bir köprü görevi görüyor. Her vurumda, bozulmuş objeler eski hâllerinden kopup yeni formlar kazanıyor; geçmişten gelen parçalar, sanatçı ellerinde kendine yeni bir hayat buluyor. Aynı zamanda çocukluk ve şamanik ritüellerin izlerini taşıyan bu alan, ziyaretçiyi kâğıttan tuzluk ve dilek ağacıyla karşılıyor. Kâğıttan tuzluktan çıkan sözcükleri alıp, dilek ağacına asmanız ya da dileğinizi bir kağıda yazmanız mümkün. Serginin sonunda ise dilek mumları karşınıza çıkıyor.
ALT KATTA SADELİ AMA DERİNLİ Alt katta ise daha sade bir yerleşim dikkat çekiyor. Dilek ağacının köklerinden yükselen bir ışık huzmesi, ziyaretçiyi masmavi bir okyanusun ve dev gemilerin yolculuğuna çağırıyor. Bu atmosfer, serginin umuda odaklanan yönünü güçlendiriyor ve karanlıkların biteceğine, ışığın yeniden yükseleceğine dair inancı pekiştiriyor.
YAŞAMANIN YANKISI Küratör Ceylân Önalp, Deniz Doğruyol’un işlerinde Jung’un arketip kuramını da işaret eden bir bağ kuruyor. “Sergi, bireysel olanla kolektif olanın kesiştiği bir eşikte duruyor. Her figür, bilinçdışının içinden yükselen bir gölge, bir çocukluk yankısı ya da bastırılmış bir hafıza gibi.” diyen Önalp, gölgeyi sadece bir korku unsuru olarak değil; yaratımın ve dönüşümün kaynağı olarak görüyor. Ziyaretçiyi yargılamadan, acele etmeden bu gölgeyle yüzleşmeye çağıran sergide, eser künyelerinin yerine sanatçının el yazısıyla yazılmış kısa cümleler ve mantralar yer alıyor. Bu ifadeler açıklama yapmaktan çok yol gösterici bir yankı yaratıyor.