Hapşırdığımızda karşımızdaki insanların bize “Çok yaşa!” ya da benzeri iyi dileklerde bulunması, aslında kökeni binlerce yıl öncesine dayanan ve kültürlerarası bir gelenek olan bir alışkanlıktır. Günümüzde genellikle sadece nezaket göstergesi ve otomatikleşmiş bir davranış olarak görülse de, bu davranışın arkasında derin kökenler ve ilginç teoriler yatmaktadır.
Antik çağlardan Orta Çağ’a, hatta daha eski dönemlere kadar uzanan zamanlarda, insanlar hapşırmanın ruhun vücuttan kısa süreliğine ayrılması veya kötü ruhların vücuda girmesine işaret ettiğine inanıyordu. Bu nedenle, hapşırdıktan sonra “Çok yaşa!” veya “Tanrı seni korusun!” gibi ifadeler, ruhun ve bedenin korunması amacıyla söylenirdi. Özellikle Roma İmparatorluğu döneminde, hapşırmanın genellikle iyi bir alamet veya kehanet olduğu düşünülür ve karşılık olarak çeşitli iyi dilekler dile getirilirdi. En yaygın açıklamalardan biri, Kara Ölüm salgını sırasında, insanların hapşırıklarını tehlike ve ölüm haberi olarak algılamasıyla ilgilidir. Bu salgın hastalıklar sırasında, hapşırık ölüm veya hastalık belirtisi sayılır ve insanlar, bunlara karşı koruma dilemek amacıyla “Tanrı seni korusun” veya “Sağlık!” gibi ifadeleri kullanırlardı.
Yüzyıllar boyunca devam eden bu gelenek, zamanla sadece bir nezaket ifadesi haline gelmiş olsa da, kökeninde yatan inançlar ve korkular günümüzde de kültürel miras olarak yaşamaktadır. Günümüzde ise, çoğu toplumda hapşırdıktan sonra iyi dilekte bulunmak, karşı tarafın sağlığı ve esenliği adına bir saygı göstergesidir. Bu gelenek, toplumların birbirine olan bağlılığını ve iletişimini güçlendiren önemli bir sosyal kurala dönüşmüştür. Bazı kültürlerde “Sağlık!” veya “Gürültüsüz yaşa!” gibi farklı ifadelerle devam eden bu alışkanlık, insanların birbirine olan iyi niyet ve temennilerini yansıtır. Kısacası, hapşırık anında söylenen bu sözler, binlerce yıllık korkuların, inançların ve toplumsal nezaketin günümüze ulaşmış güzel birer sembolüdür.