Immanuel Kant modern felsefe içinde bilgi kuramlarını ön planda tutar. Ona göre felsefi bir kuşkuculuk benimsenmeli ve sorgulanan disiplinlere dikkat verilmelidir. O, daima yansız ve nesnel olanın peşindedir.
Özellikle “Arı Usun Eleştirisi” kitabı herkese bambaşka bir pencere aralar. Ortaya konan eser, birçok nedenle farklı isimler tarafından incelenir, eleştirilir ve güncel kavrayış biçimleri şekillenir.
“Kant Üzerine Dört Ders” aracılığıyla Fransız yazar ve filozof Gilles Deleuze’un Kant ile çekişmeli iç sohbetine kulak vermek mümkün.
Felsefe tarihinde ilk kez irdelenen mekân ve zamanın birer kategori olmaktan çıkarılıp varoluş koşulları haline getirilmesi ile Kant, modern felsefenin ve fenomenolojinin derinliklerine dalarken Deleuze da bu yaklaşımlara özgün yorumlarıyla katkı veriyor.
“Kant Üstüne Dört Ders”, Ulus Baker’in önsözüyle Kant ve kuramları hakkında bambaşka kapılar aralıyor.
Birinci Ders
Deleuze zamana dair modern bilincin türlerine açıklık getireceği iddiasında bulunur; Kant transandantal özne sözcüğü ile yepyeni bir “şey” yaratırken a priori ve a posteriori sözcüklerinin esas anlamlarıyla oynar. Mümkün deneyimlerin bir bütünü vardır. Yani bütün olanaklı nesnelere atfedilen ve kategoriler olarak adlandırdığımız yüklemler mevcuttur. Bu defa evrensel ve zorunlu olanın peşine düşmek gerekir.
Kant’a göre kategoriler; nicelik, nitelik, bağıntı ve kiplik kavramlarından oluşur. Bu kategoriler her biri üç kategoriden oluşan dört grupluk bir tablo halinde düzenlenir yani toplamda on iki kavram bulunur. Deleuze bu bölümle birlik, çokluk, bütünlük, gerçeklik, yadsıma, sınırlama, töz, neden, karşılıklık kavramlarını sıralar ve kalan üç kavrama daha sonra değineceğini belirtir. Kategorileri bütün mümkün deneyimlerin koşulları olarak tanımlar. Her nesne, ne olursa olsun bir gerçekliğe sahip demektir.
“Kendilerine kategoriler atfetme izni vermeyen herhangi bir şeyle karşılaşırsam o zaman onun bir nesne olmadığını söyleyebilirdim. Öyleyse işte a priorinin nihai belirlenimi: Bunlar mümkün deneyimin koşullarıdır, yani ampirik yüklemlere ya da a posteriori yüklemlere karşıt olarak evrensel yüklemlerdir.”
Deleuze, mekân ve zamanın kategoriler arasına katılmayışının nedenini arar. Kategoriler a priori temsillerken zaman ve mekân sunumlardır. Kant aracılığıyla fenomen anlayışı ortaya çıkar. O, sunum ile temsili ayırt eder. Fenomen, görünüş olarak değil beliriş olarak tanımlanır. Belirme, görünüşler disiplininin tersidir yani bir şey ya görünüştür ya da öz.
“Kant diyecektir ki elbette görünüşlere boyun eğen ve duyu yanılsamalarına düşen bir özne vardır: Ona ampirik özne diyeceğiz; ama başka bir özne de var ki o ne benim ne sizsiniz ne de özellikle amprik özneye indirgenebilen bir öznedir. Ona bundan böyle transandantal özne diyeceğiz, çünkü o herhangi bir şeyin belirdiği koşulların tümünün birliğidir.”
Fenomenin nedenleri belirenin ta kendisidir. Hem fenomenin biçimleri hem de belirişin şekilleri olarak mekân-zaman ve kategoriler, transandantal öznenin boyutlarıdır. Kant’a göre bir sentez, analitik ve sentetik olarak adlandırılan yargılardır. Analitik yargıda kavramlar birbirini içerir, sentetik yargılar ise deneyimde var olur.
İkinci Ders
Kant, kendisi ile hiçbir bağlantısı olmayan yazarların ünlü formüllerine de anlam kazandırır. Örnek vermek gerekirse;
“Zaman zıvanadan çıktı.”
“Şu ana kadar mekânı tasarlama görevini sürdürüyorduk, artık zamanı düşünmenin vakti geldi.”
“Ben başkasıdır.”
Antik gelenekte zaman, kendinde olan bir şeye boyun eğmemektir. Zaman, harekete boyun eğer. Hareket değişmenin en yetkin biçimidir; zaman hareketin sayısıdır, bir varlık değildir. Her şey zaman çözülüp açılıyormuş gibi olup biter, zaman çözülmekte ve şeklini kaybetmektedir.
Mekân ile zaman genişleyebilir niceliklerdir. Mekânda ve zamanda beliren şey fenomendir. Kant için fenomen artık bir görünüş değil, belirme olgusudur. Beliren şeylerin kuşkusuz genişleyebilir bir niceliği vardır.
Kant’ta zaman, fenomenlerin varsayımının bir koşuludur. Fenomenlerin sıralanışı zamanı gerektirir. Zaman çoğulluk olan şeydir, tek boyutludur ve düzenlenmiştir; düşünceyi işleten sınırdır.
“Zamanı düşünmek, düşüncenin mekânla dışarıdan sınırlanmasına dayanan klasik şemanın yerine, düşünceyi içeriden işleyip duran bir iç sınır gibi çok çok tuhaf bir fikri koymak anlamına gelir; bu dıştan gelen bir engel değildir, bir tözün kapalılığından, geçirgen olmayışından kaynaklanmaz. Sanki düşüncede düşünülmesi imkansız bir şeyler varmış gibidir.”
Artık iki tözün birliğinin yerine, aynı öznenin iki biçiminin sentezi vardır. Bu, öznenin töz olmadığı anlamına gelir. Düşünüyorum demek somut kavramlarla ilişkilidir, düşünüyorum demek bir şeyi belirlemek demektir. “Düşünüyorum” bir belirlemedir, “varım”ı gerektirir ve “varım” bir zaman biçimidir.
Üçüncü Ders
Kant, ispritizma bakımından belli bir mekân ve zaman anlayışı olan yazar Swedenborg’a hayranlık duyuyordu ve onun görüşlerini Kantçı terimler ile geliştirdi. Örneğin birini düşünüyorum dendiğinde bu, birini hayal ediyorum ya da birini hatırlıyorum anlamına gelir. Bunlar belirsiz ve genel terimlerdir. Düşünmek, hayal etmek veya hatırlamak anlamında değil yalnızca kavramlar üretmek anlamındadır. Hissetmek sadece duyulur bir çeşitliliği kavramak anlamına gelir. Hayal etmek ise imgelemek ya da kavramlara karşılık gelen mekânsal-zamansal belirlemeler üretmek anlamındadır.
Estetiğin temellendirilişi Kant’a ait olan “Yargı Gücünün Eleştirisi” ile mümkün kılınır. Özne artık töz olarak belirlenemez. Tasarım ile töz arasındaki ayrımdan yola çıkarak ontolojik ayrım yapabilme adına Descartes’ın tanrı kavramına getirdiği çözümlemeleri inceleriz.
“Tözle tasavvurları arasındaki gerçek ayrım şeylerin dünyasındaki bir ontolojik ayrıma, hakiki bir ayrıma tekabül etmiyor olsaydı, o zaman Tanrı bizi kandırmış, aldatmış olacaktı; Tanrı bize yalan söylüyor olacaktı, çünkü dünya ikili, çifte olurdu o zaman Tanrı cifte-dilli olurdu o halde, çifte olurdu, çünkü birbirine uymayan iki ayrı dünya yaratmış olurdu: Tasavvurların dünyası ile şeylerin dünyası…”
Bilgimizin koşulları içinde varoluşun belirlendiği biçim, zamanın biçimidir. Gerçek sınır, düşünceyi içeriden işler. Zamanın her anı olanaklı bir şimdidir, mekânın her noktası olanaklı bir buradadır.
Dördüncü Ders
Herhangi bir kavrama uygun şekilde bir mekân ile zaman belirlemek, mekân ve zamanı çakıştırmaktır. Bu, üretken hayal gücünün yaptırımıdır. Mekân ve zamanı kavramlarla çakıştıran işlemler sentetiktir, hayal etme faaliyetinin sentezini ortaya koyar. Şema ile sentez, kavramsal belirlenimlerle mekânsal-zamansal belirlenimlerin üst üste gelmesidir. Sentez bir hayal gücü faaliyetidir, ilkesi tanımadır, kuralı tanıma sürecinden ibarettir ayrıca kavrama ve yeniden üretme şeklinde iki görünümü mevcuttur.
“Parçaların, kısımların, ardışık yakalanması, kavranması; yakalamanın sentezi, önceki kısımları, önceki parçaların sonraki kısımlarda yeniden üretilmeleri…”
Şema, mekânı ve zamanı şimdide belirleyen değil tüm zamanlarda geçerliliği olan işlem olacaktır. Sentez bir tanıma kuralıyla bir kavramı işaret ederken şema tam tersi olarak kavramı mekân-zaman algısı ile ilişki içine sokar. Üretim kuralı var ise şema da var demektir.
Kant’ın çizdiği üretim yolu üç aşamalıdır; düşünce, algı ve hayal gücü.
*Deleuze G., 2015, Kant Üzerine Dört Ders, Kabalcı Yayınları, İstanbul.