İranlı Muhalif Yönetmen Jafar Panahi’ye Ayrılan Boş Koltuklar ve Sinemanın Gücü
İranlı muhalif yönetmen Jafar Panahi’nin (1960 doğumlu) Cannes Film Festivali’ndeki ve diğer prestijli sinema etkinliklerindeki yerini uzun yıllar boyunca boş koltuklar doldurmuştu. Salonda, onun adına isim yazılı koltuklar bulunmasına rağmen, bu koltuklar boş kalıyordu. Ancak, bu yıl, ilk kez onun kendi çektiği ve Altın Palmiye adayı olan “Sadece Bir Tesadüf” isimli filmle birlikte, bu boş koltuklar anlamlı bir şekilde doldu. Salı akşamı, ülkesinde gizlice çektiği bu yapımla Cannes’de ilk kez izleyici karşısına çıkan Panahi’nin yüzündeki gurur ve dayanışma ifadesi görülmeye değerdi.
2023 yılında açlık grevine başladıktan sonra tahliye edilen ve İran dışına çıkması yasal olarak engellenen Panahi, sonunda Paris’teki kızının yanına ulaşmayı başardı. Bu önemli gelişme, onun uluslararası arenada yeniden var olmasını sağladı. Gelecek cumartesi gecesi ödül almak üzere sahneye çıkarken, tüm dikkatler onun üzerindeydi ve hak ettiğine inancımız tamdı. “Sadece Bir Tesadüf” filmi, insanoğlunun temel arzusu olan özgürlük ve adalet temalarını, yalın ve etkileyici bir sinema diliyle anlatıyor.
Filmin hikayesi, tutuklanan ve ağır işkence gören bir işçinin, yıllar sonra rastlantısal olarak karşılaştığı ve ona bu acıları yaşatan rejim yanlısı, karanlık bir adamın peşine düşüşünü anlatıyor. Adamın yüzü hiç gösterilmiyor, sesi ve protez bacağıyla hatırlanıyor. Bu adam, inançlı ve sadist ruhlu olmasına rağmen, suçsuz olabilecek biri olup olmadığını sorgulamaktadır. Adamı izlerken, tuzağa düşürerek bayıltıp kamyonetle kaçıran ana karakter, onun kimliğini doğrulamak ve adaleti sağlamak ister. Bu süreçte, vicdanlı ve hümanist bir yaklaşım sergileyerek, yanlışlıkla masum birini infaz etmemeye özen gösterir.
Jafar Panahi’nin müthiş senaryosu ve yaratıcı dehası, adalet arayışını, öç alma dürtüsünü, kuşku ve öfkeyi, vicdan azabını ve umut arayışını güçlü bir şekilde yansıtıyor. Film, yer yer ince mizah unsurlarıyla, bireysel ve toplumsal sorunlara ışık tutuyor. Panahi, yargılanmaktan kaçınan, doğal duygulara ve insan ruhunun karmaşık dalgalanmalarına özen gösteren bir yönetmen. Filmin sonunda ise açık uçlar bırakıyor; insanlara olan güvenimizin sınırlarını sorguluyoruz. İnsandan umudu kesmek ya da ona hiç güvenmemek konusunda karar sizin…
EKRANIN ÖTESİNDEKİ YENİ DÜNYA: SANAL VE İMMERSİF TEKNOLOJİLER
“Sanal gerçeklik” kavramı, kısa süre içinde eskidi ve yerini çok boyutlu, yeni anlatım biçimlerine bıraktı. Günümüzde, teknolojideki gelişmeler sayesinde, hikâye anlatımında yeni ufuklar açılıyor. Artık izleyici, sadece pasif bir göz değil, hikâyelerin yaratıcısı ve yöneticisi olabiliyor. Venedik ve Cannes gibi prestijli festivaller, bu dönüşümün öncüsü olarak, “Compétition Immersive” (Kapsayıcı Sinema Yarışması) gibi yeni kategorilerle bu değişimi kutluyor. Bu yarışma, sanal gerçeklik, karma gerçeklik, video haritalama ve yapay zekâ kullanımıyla hazırlanan eserleri kapsıyor.
Gözlük ve kulaklık takarak, kendinizi sanal bir dünyada buluyor ve 360 derecelik açıyla hikâyeleri deneyimleyebiliyorsunuz. Dönen koltuklarda veya ayakta durarak, hikâyeye aktif katılım sağlayabiliyorsunuz. Bu yeni anlatım biçimleri, seyircinin hikâyelerin içine doğrudan dahil olmasını mümkün kılıyor. Fransız yönetmen Luc Jacquet’in (“Penguenlerin Yürüyüşü”) başkanlığında, jüri üyeleri Laurie Anderson, Tania de Montaigne, Martha Fiennes ve Tetsuya Mizuguchi’den oluşan ekip, 22 Mayıs’ta ödülleri açıklayacak.
YAPAY ZEKA VE TÜRKİYE’DEN ÖRNEK: “tAxİ” ENSTALASYONU
Yarışmadaki projeler arasında, İngiliz yapımı ve dikkat çeken “tAxİ” adlı enstalasyon da bulunuyor. Bu, tek bir izleyiciye seslenen ve yapay zekâ teknolojisiyle çalışan bir tasarım. Eski Renault 4L modeline yerleştirilen bu taksi, başınıza takılan bir kaskla sanal sürüş deneyimi sunuyor. Kadın sürücüsü ise yaklaşık 50 farklı dili konuşabiliyor ve gerçekçi bir sohbet ortamı sağlıyor.
Örneğin, Sultanahmet Meydanı’na atlamamı istediğimde, ilk başta tepki vermiyor. Ancak birkaç saniye sonra, sıcak ve samimi bir erkek sesiyle karşılık veriyor: “Beni Sultanahmet Meydanı’na atıversene.” Bu ses, çocukluğumdaki taksi şoförlerinin dilini andırıyor ve oldukça gerçekçi. Ardından, “Siyasi gündem çok gergin; ülkelerimizde savaşlar devam ediyor…” dediğimde, yapay zeka da aynı şekilde, “Durum gerçekten çok kötü, haklısın,” diyerek, sohbeti sürdürüyor. Bu enstalasyon, teknolojinin ve yapay zekânın, günlük yaşamımıza ve iletişimimize ne kadar entegre olabileceğinin güzel bir örneği oluyor.