Ülkemizde tarihi yapıların restorasyon süreçleri her zaman geniş çaplı tartışmalara ve endişelere yol açmıştır. Son dönemde gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarında kullanılan malzemelerin içeriği ve yöntemleri, özellikle kültür varlıklarımızın korunması açısından kritik bir hal almaktadır. Bu bağlamda, Ayasofya ve diğer önemli tarihi yapılarımızda yapılan restorasyonlarda çimento kullanımı, yapılan araştırmalar ve alınan sonuçlar ışığında ciddi soru işaretleri doğurmaktadır. Bu çalışmalar, hem mimari bütünlüğü hem de yapıların deprem gibi doğal afetlere karşı dirençli olmasını olumsuz yönde etkileyebilecek nitelikte izlenimler uyandırmıştır.
Restorasyon çalışmalarını yürüten uzmanlar ve ilgili kurumlar, son zamanlarda gerçekleştirilen analizler neticesinde, Ayasofya, Sultanahmet Camisi, Topkapı Sarayı, Yıldız Sarayı, Dolmabahçe Sarayı ve benzeri tarihi yapılarında kullanılan harç ve enjeksiyon malzemelerinde, beklenmedik şekilde larnitin adlı maddenin tespit edilmesini kamuoyuyla paylaşmıştır. Bu durum, yapıların tarihsel ve mimari değerlerini koruma açısından ciddi kaygılar yaratmıştır. Mimari Restorasyon Kültür Varlıklarını Koruma Derneği Başkanı mimar Serhat Şahin, yaptığı açıklamada, bu malzemenin içeriğinde bulunan larnitin maddesinin, uluslararası bilimsel raporlara göre bir çimento minerali olduğu ve hidrolik kireç esaslı ürünlerde bulunmaması gerektiği vurgusunu yaparak durumu değerlendirmiştir.
Şahin, “Türkiye ve dünyada kabul gören bilimsel veriler, hidrolik kireçte larnitin bulunmadığını göstermektedir. Ancak, yapılan ölçümlerde bu maddenin tespit edilmesi ve buna rağmen raporların olumluluk içermesi, özellikle UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan bu yapıların restorasyonunda kullanılan malzemelerin güvenliği ve uygunluğu konusunda ciddi endişeleri beraberinde getirmiştir” diyerek, bu durumu büyük bir sorunsallık ve etik açıdan da sorgulamaya açmıştır. Bu malzemenin kullanımıyla, geçmişte çimento bazlı malzeme tercih edilmesinden kaynaklanan olumsuz etkilerin, günümüzde tekrar edilmesi, yapıların uzun vadeli dayanıklılığı ve güvenliği açısından tartışmalara neden olmaktadır.
Yıkım ve Felaket Endişeleri
Şahin, özellikle deprem sonrası yaşanan dehşet verici yıkımların, kullanılan malzemenin kalitesinin ve işçilik standartlarının olumsuz etkisiyle doğrudan ilişkili olduğunu ifade etmektedir. “Fotoğraflarda da açıkça görüldüğü gibi, karbon file kaplaması olmayan çimento içeriğindeki sülfat malzemesi, malzeme eriyip toprağa karışmış ve depremden sonra yapıların büyük bölümünde çatlamalara ve dökülmelere neden olmuştur. Bu olumsuzluk, sadece eski yapıların değil, yeni restorasyonların da ne kadar dikkatli ve bilimsel kriterlere uygun yapılması gerektiğini göstermektedir” diyor. Ayrıca, deprem felaketinden önce bu tür malzemelerle yapılan restorasyonların, yapıların yıkılmasına ve felaketlere yol açtığını belirtiyor. Bu durum, devlet kurumlarının ve denetleyici kurumların sorumluluğunu ve alınması gereken önlemleri yeniden sorgulamaya açmaktadır.
Şahin, “Yapılan araştırmalar ve laboratuvar analizleri, milyonlarca lira harcanarak gerçekleştirilen restorasyonların, bu malzemelerin kullanımından dolayı ne yazık ki, yeniden değerlendirilmesi ve dikkatli bir şekilde gözden geçirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Kamuoyu ve ilgili kurumlar, bu sorumluluğu üstlenmeli ve sorumluların hukuk önünde hesap vermesi sağlanmalıdır. Bu, hem tarihi yapıların korunması hem de vatandaşlarımızın güvenliği açısından hayati bir öneme sahiptir” şeklinde eklemektedir.
Hukuki ve Etik Sorumluluklar
Serhat Şahin, bu sorunun sadece bilimsel değil, aynı zamanda etik bir boyutunun da olduğunu vurgulamaktadır. Restorasyon sürecinde kullanılan malzemelerin, özellikle de çimento ve benzeri karışımların, geçmişteki hataların tekrar edilmesine izin vermemesi gerektiğine dikkat çekiyor. “İstanbul, Gaziantep, Malatya, Kahramanmaraş ve Hatay gibi illerimizde gerçekleştirilen restorasyon uygulamalarının, hukuki açıdan da tekrar gözden geçirilmesi şarttır. Eğer bu sorumluluklar yerine getirilmezse, özellikle deprem bölgesinde, yeni yıkımlar ve felaketler kaçınılmaz olacaktır” diyor. Ayrıca, kamu kurumlarının ve yetkililerin, bu tür kritik konularda gereken hassasiyeti göstermeleri ve gerekli önlemleri almaları çağrısında bulunuyor. “Tarihsel miraslarımızı koruma ve gelecek nesillere aktarım konusunda, bizlerin sorumluluğu büyük ve bu sorumluluk bilinciyle hareket edilmelidir” diyerek, uyarılarını yineliyor.