Paul Thomas Anderson, sinema dilini geçmişin radikal izleriyle bugün arasına ustaca serpiştirerek Savaş Üstüne Savaş’ı sahneye taşıyor. Bu yapıt, Thomas Pynchon’un romanik esintilerini ve 1960’ların tükenmiş hareketlerini referans alarak, günümüz ABD’sinin kırılgan yapısını mizah, gerilim ve melankolinin iç içe geçtiği bir anlatıyla gösterime getirir.
Film, ABD–Meksika sınırında göçmenleri kurtarma girişimini merkezine alır. Perfidia adlı devrimci grup, bu operasyonu yönlendirecek güç olarak karşımıza çıkarken, onların saflarında yer alan Pat ve sevgilisi Perfidia’nın ilişkisiyle eylemlerin duygusal boyutu derinleşir. Operasyonun boyutları büyüdükçe, ırkçılık ve bürokrasiyle mücadele eden karakterler arasındaki çatışma kaçınılmaz bir hal alır; sonuçta göçmenler kurtarılır, ancak kampın ırkçı yüzbaşı Steven ile geçmişin gölgeleri henüz peşlerindedir.
Beklenmedik sürprizlerle ilerleyen olay örgüsünde Pat’ın kızı Willa’nın doğumu ve Perfidia’nın yakalandığı anlar, karakterler arasındaki güç dengelerini yeniden kurar. Aradan geçen 16 yıl, Pat’ın tek başına kızını büyütmesiyle birlikte ailesel kırılmaların derinleştiği bir tablo yaratır. Steven’ın alımlı yüzüyle ifadesiz politizasyon, gerilimin yükselmesi ve intikam tutkusuyla birleşir; bu, yönetmenin ele aldığı güncel sorunların karanlık bir yansıması olarak karşımıza çıkar.
‘‘Özgürlük korkusuz olmaktır’’ sözleri, filmdeki ideolojik çatışmaların özünü özetler nitelikte yankılanır. Aşırı sol hareketler ile beyaz üstünlükçü akımlar arasındaki gerilim, ordu ve devletin göçmenlere bakışını, gençlerin travmalarını ve toplumsal iklimi tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. Kumaşını oluşturan simgeler ve karakterler, bu çatışmanın ortasında hayatta kalma mücadelesini sürdürürler.
Yönetmenlik üslubunun belirginleştiği sahneler arasında Vista Vision tekniğinin kullanımı, yakın planları derinleştirir ve otoyol sahnelerine ayrı bir atmosfer katar. Jonny Greenwood’un müziğiyle güçlenen atmosfer, izleyiciyi filme bağlar ve anlatının duygusal dalgalanmalarını pekiştirir.
Anderson, Donald Trump’a yönelik eleştirisini, mizah ile duygusal bir ton arasında gezinen bir üslupla verir. Kaosun, kutuplaşmanın ve kuşaklar arası çatışmanın ortasında Amerika’nın nasıl bir kırılganlıkla varoluşunu sürdürdüğünü, toplumsal gerilimlerin ve şiddetin izini sürerek aktarıyor. Oyuncu kadrosu ise bu tabloya damgasını vuran performanslarla öne çıkar; Leonardo DiCaprio’nun ve Sean Penn’in sahnelerindeki etkileyici katkıları, Regina Hall, Benicio del Toro ve diğer isimlerle birleşerek yapıtı güçlendirir. Savaş Üstüne Savaş, haftanın dikkat çeken filmi olarak sinemaseverlerle buluşuyor ve Anderson’ın benzersiz sinemasal diliyle hafızalarda yer ediyor.