Low-budget aksiyon-gerilim dalında sürprizlerle dolu bir gelecek vadeden Önemsiz Biri (2021), ABD’de büyük bir gişe başarısı öngörülmeden vizyona girdi. Yeni Endonezya sinemasının öncülerinden korku-gerilim ustası Timo Tjahjanto ile John Wick’in senaristi Derek Kolstad, bu ikinci bölümde Hutch adlı, ailesini korumaya kararlı olan soğukkanlı bir suikastçıyı olduğu gibi bırakıp, daha fazla savaş, kan ve kara mizah içeren bir hikâye dizayn etti. Ailesiyle birlikte huzurlu bir tatil arayışında Plumerville’a uzanan Hutch, karşısında şiddeti peşine takmış bir kasaba bulur; burada rüşvet, uyuşturucu ve biyoterörizmle boğuşan karanlık bir çetenin izleri belirginleşir.
Günümüzün klişelerinden uzak, gerçekçi kirli yumruk dövüşlerinin sertliğini, yapım tasarımlarının özenli estetiğini ve ses tasarımının derin etkisini barındıran sahneler, nostaljik şarkılarla filmin atmosferini güçlendirir. Oyunculuklarda Sharon Stone ve Bob Odenkirk’in etkileyici performansları öne çıkar. İçeriğin temel çatısı, ŞİDDETLE DUYGUSALLIĞIN BULUŞMASI temasını merkeze alır ve Tjahjanto, Stone’u söz konusu sözlerle tanımlar: “Yılan gibi. Bazen sakin, bazen aniden patlayan bir alfa kadın.” Tanya itiraflarındaki Lendina karakteri, Catherine Trammel’in 1992’lik Temel İçgüdü yansımalarına göndermelerle, kırılgan ama tehlikeli bir kötü karakter olarak öne çıkar.
Hutch ise, karısını ve ailesini korumak için her türlü zorluğun üstesinden gelen cezbedici ve gerçekçi bir katil performansı sunar. Connie Nielsen, Christopher Lloyd ve Colin Hanks gibi isimlerin eşlik ettiği kadro, karakterler arası dinamikleri güçlendirir. Hutch’ın geçmişinin karanlık yüzleriyle yüzleşmesi, filmi sadece bir aksiyon değil, duygusal bir yolculuk haline getirir.
DÜNYAYI BİZ MAHVETTİK başlığı altında öne çıkan yeni Avrupa sinema akımının etkisi, Tom Tykwer’in son çalışmasıyla da kendini gösterir. Berlin’in ağır havası ve yağmurlu atmosferiyle, ailenin parçalanan çekirdeği üzerinden yaşanan çatışmalar, karakterlerin içsel dünyalarını derinleştirir. Eski solcu baba Tim ile serbest çalışan anne Milena’nın çalkantılı hikâyesi, ergen çocukların isyankâr tutumları ve Suriyeli göçmen Farah’ın gelişiyle dramatik bir dönüşüm yaşar. Jon’un sanal gerçeklikte kaybolması ve Frieda’nın uyuşturucu bağımlılığı, diyaloglar üzerinden geçmişle hesaplaşmayı tetikler.
Renkli karakterler ve politik alt metinler, filmin yalnızca aksiyon verilerini değil, sosyal eleştiriyi de içine alır. Tykwer, neoliberal sistemin yabancılaştırma etkisini ve yabancı algısını eleştirirken, “Dünyayı biz mahvettik, yaptığımız zararı düzeltmeliyiz” mesajını vurgular. Oyuncuların toplu performansı, filmmeek anlatısal yoğunluğu bu yapıya güç katar ve izleyiciyi kasvetli, yağmurlu Berlin atmosferinde bir yolculuğa çıkarır.