Şiirin merkezi bu istasyonda atıyordu adımlarını; yolcular şiirle karşılaşırken öykü ve deneme de yan koltuklarda yerini alıyordu. Budak’ın yönetimine eşlik eden bu dergi, isminin ötesinde bir dayanışma çağrısına dönüştü ve her sayıda yeni imzalarla güç kazandı.
İlk günden beri şiire odaklanan sayfaları, genç seslerle usta kalemleri aynı peronda buluşturdu; Sincan İstasyonu, adeta bir arşiv gibi büyüyerek okuyucunun hafızasında bir durak haline geldi. Zamanla sadece bir dergi olmaktan çıktı; okurun zihninde hep orada duran bir mekan olarak yaşadı ve dinamik bir hafıza kurdu.
Abdülkadir Budak, bu yolculuğun hem yöneticisi hem de ruhu oldu; editoryal sezgisiyle şair bir duyarlılığı birleştirdi ve her sayıda ölçülü bir estetik ile titiz bir dil denetimini sürdürdü. Onun adı, yalnızca bir imza değil, şiire dair dayanışma çağrısının simgesi olarak sayfalara kazındı.
140. sayı, uzun yolculuğun bir hatıra defteri gibi kapaklanan bölümlerle karşımıza çıktı: şiir, yazı, öykü ve söyleşiyle çeşitlenen içerikler, derginin arşivini gelecek kuşaklara aktarmaya devam ediyor. Sincan İstasyonu raylardan çekilirken ardında 18 yılın birikimini, şiire adanmış geniş bir bekleme salonunun yankısını ve Budak’ın özenle kurduğu editi mirasını bıraktı.
Bu istasyona varan her okur için artık raflarda duran 140 sayfalık arşiv kapısını açmak, aynı çağrıyı duymaktır: “Şiir, her daim yola çıkmaya değer.”













