Türker Süer’in ilk uzun metraj filmi “Gecenin Kıyısı”, uluslararası prömiyerini Venedik Orizzonti Extra’da gerçekleştirdi ve ardından Kuzey Amerika prömiyerini Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yaptı. Film, 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney Ödülü, en iyi kurgu ödülü (Rainer Nigrelli) ve en iyi erkek oyuncu ödülü (Ahmet Rıfat Şungar) gibi prestijli ödüllerin sahibi olurken, 35. Ankara Film Festivali’nde de en iyi görüntü yönetmeni ödülünü (Matteo Cocco) kazanmayı başardı.
Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakman’ın başrollerini paylaştığı bu film, Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz’daki darbe girişiminde, kardeşi Kenan’ı (Berk Hakman) askeri mahkemeye teslim etmesi gereken subay Sinan’ın (Ahmet Rıfat Şungar) hikâyesini merkezine alıyor. Süer, 15 Temmuz’un kaosunu anlatının bir parçası olarak kullanarak, itaat-itaatsizlik, sadakat ve sorumluluk gibi kavramları derinlemesine sorguluyor. Ses tasarımı, görüntü yönetmenliği ve orijinal müzikleriyle dikkat çeken film, izleyicilere etkileyici bir sinema deneyimi sunuyor. Bu bağlamda, filmin yönetmeni Türker Süer ile yaptığımız söyleşide dikkat çeken noktaları ele aldık.
Kardeşlik Teması Üzerine
Gelmiş Geçmiş En İyi Baba, Kardeşler ve Gecenin Kıyısı… İki kısa kurmaca, bir uzun kurmaca ama üç aile ve kardeşler arasındaki problemli ilişkiler yumağı. Filmlerinize bu kadar etki etmesinin nedeni nedir bu “kardeş” sorgulaması?
Bu tür konular her zaman ilgimi çekmiştir. Özellikle ailenin içindeki ilişkiler, çünkü ailenizi seçme şansınız yok. Farklı ilişkilerde sevmediğiniz bir karakterle karşılaştığınızda ya da huysuz biriyle başa çıkmak zorunda kaldığınızda, o kişiyi hayatınızdan çıkarabilirsiniz. Ancak ailede bu mümkün değildir; zoraki bir ilişki kurmak kaçınılmazdır ve bu durum benim için oldukça ilginç bir dinamik yaratıyor. Çünkü mecbursunuz.
Siz kardeşinizle nasıl geçiniyorsunuz?
Onu hapishaneye götürüyorum sürekli… (Gülüyor) Hayır, çok iyi geçiniyoruz.
Gecenin Kıyısı’na İlham Veren Unsurlar
Gecenin Kıyısı’na gelelim. İlham nereden geldi?
Ben Almanya’da yaşıyorum, orada doğdum ve büyüdüm. Ancak Türkiye’deki olayları sürekli takip ediyorum, ailem burada olduğu için bu bağım oldukça derin. Bir gün gazetede okuduğum bir haber, ilham kaynağım oldu. Eski HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesi saldırıya uğramıştı. “Bütün bu nefretten dolayı insanlığımızı kaybedeceğiz” gibi bir cümle beni derinden etkiledi. Bu öfke ve nefret nereden geliyor, diye düşündüm. İnsanların birbirlerine güvenmemesi, bu durumun altında yatan sebepler, bu tür bir ortamda yaşamak ne demek gibi sorgulamalara yöneldim.
Mesaj ve Temalar
Asker bir baba, iki subay kardeş. İkisi de birbirine zıt. Ama nihayetinde iki kardeş, bir kaosun içerisinde yine birbirine kalıyor ve bazı diyaloglarla vermek istediğiniz mesajı alıyoruz. Disiplin, sorumluluk, sadakat, adanmak gibi kavramlar üzerinden şekillenen bir mesaj. Yazan ve çeken olarak siz ne söylersiniz?
Şunu net bir şekilde söyleyebilirim; benim filmim bir mesaj taşımıyor. Eğer izleyici filmde bir mesaj algılıyorsa, buna karşı değilim. Bahsettiğiniz kavramlar doğru ve filmde yer alıyor. Ancak benim amacım bu değil. Ben de bir film izlerken ya da kitap okurken kendi anlamımı çıkarırım. Burada belki bir teklif sunuyorum; “Gel bunun üzerine konuşalım” diyorum.
Peki bu teklifin çerçevesi kardeşlik çatışması kavramı üzerinden mi, kutuplaşma kavramı üzerinden mi, yoksa diğer bahsettiğim kavramlar üzerinden mi şekillenir?
Sadakat kavramı benim için yazarken önemliydi. Bu sistem ordu olabilir, aile de olabilir. İnsan, bir sisteme sadık kalırken kendine nasıl sadık kalabilir, diye bir soru gün yüzüne çıkıyor. Bunun üzerine düşünmek ve tartışmak önemli. Diğer bahsettiğiniz kavramlar da kesinlikle filmde yer alıyor.
15 Temmuz’un Anlatıdaki Yeri
Adana’da gösterim sonrasında, “15 Temmuz’u hikâyeye daha sonra ekledim” demiştiniz. Öncelikle bunu niçin 15 Temmuz üzerinden anlatmak istediğinizi sormak istiyorum. Çünkü Türkiye’de 15 Temmuz’la ilgili henüz pek dişe dokunur iş göremedik.
15 Temmuz, yazmaya oturduğumda aklımda yoktu, ancak yazım sürecinde hızla hikâyeye girmeye başladı. Çünkü o geceki şüphe, birbirimizden şüphelenme durumu, benim anlatmak istediğim şeylerle örtüşüyordu. O gece yaşananların tam olarak bilinmemesi, ana karakterin dünyasını alt üst edecek bir durum yaratıyordu. İnandıkları şeylerin gerçeği ne, nasıl davranacaklar, esas yüzlerini gösterebilecekler mi? O gece, tam benim bahsettiğim şeyleri simgeliyor. Evet, burada büyük bir kaos var. Kimin ne olduğu belli değil. İnsani yolculukları kenara koyduğumuzda bu durum, anlatım açısından oldukça ilginç bir zemin sunuyor.
15 Temmuz konusu özelinde sormak istersem, biraz ortada durduğunuz konusunda bazı eleştiriler var. Ya da “kıyı”sında yüzdüğünüz ile ilgili eleştiriler… Siz neler söylersiniz?
Bu eleştiriyi anlıyorum ve aslında doğru bir nokta. Benim amacım da tam olarak bu belirsizlikti. O gece tam olarak neler olduğuna dair bir netlik yok. Bilenler elbette vardır ama benim gördüğüm, araştırdığım kadarıyla bir bilinmezlik hâkim. Bu açıdan, insanların o durumda nasıl göründükleri ve birbirlerine nasıl tepki verdiklerini incelemek çok ilginçti. Tercih buydu, korktuğum için girmemek değildi. Temel olarak bu bir kardeşlik hikâyesi.
Askeri Kaynaklarla Görüşmeler
Filmdeki kardeş iki subayın babası da subay ve o da Ergenekon-Balyoz mağduru anladığımız kadarıyla. Çekim öncesinde, aşamasında mağdurlarla ya da askeri kaynaklarla görüştünüz mü, destek aldınız mı?
Ergenekon-Balyoz mağdurlarıyla doğrudan görüşmedim. Ancak bu konularla ilgili kişisel araştırmalar yaptım. Askeri kaynaklardan iki kişiyle görüştüm ama Ergenekon-Balyoz meselelerini derinlemesine konuşmadık. Genel olarak askerlik kavramı üzerinden sohbet ettik. Bu bağlamda, bu durumların doğru bir temsilinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Oyuncu Tercihleri ve İzleyici Tepkileri
Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakman tercihlerinizi sorayım o zaman…
Filme ilk katılan oyuncu Ahmet Rıfat Şungar’dı. Film başlamadan önce aklımda olan bir isimdi. Berk Hakman da aynı şekilde. Ahmet ve Berk, zaten iyi arkadaşlar. İkisinin arasında güzel bir dinamik olduğunu düşünüyorum. Her ikisi de farklı tarzda oyuncular ancak bir araya geldiklerinde harika bir enerji ortaya çıkıyor. Karakterlerin her birine tam anlamıyla “cuk oturuyor” diyebilirim.
Festival yolculuğu bitti, şimdi izleyiciyle buluşacak filminiz. Nasıl tepkiler aldınız bugüne dek?
Türkiye’de olmak, filmimin burada gösterilmesi benim için son derece değerli ve heyecan verici. Adana ve Ankara’daki izleyici tepkileri beni çok mutlu etti; güzel geri dönüşler aldık. Çocukken yönetmen olmak ve film çekmek hayalimdi ve şimdi o hayalim Türkiye’de bir film çekmekle gerçek oldu. Bu nedenle gerçekten çok mutluyum ve duygulandım.