ETH Zürih’te gerçekleştirilen disiplinlerarası bir araştırma, yapı malzemeleri ile karbon yakalama teknolojilerini bir araya getiren yenilikçi bir gelişmeye imza attı. Bu çalışma, biyoloji, kimya ve mühendislik alanlarının birleşimini kullanarak, sürdürülebilir ve çevre dostu malzemelerin geliştirilmesine öncülük ediyor. Ekip, yalnızca şekil alan ve büyüyebilen bu “canlı” malzemenin, havadaki karbondioksiti doğrudan emip dönüştürebildiğini ve böylece karbon salınımını azaltmaya katkı sağladığını gösterdi.
Geliştirilen bu yeni nesil malzemenin temel yapısı, su açısından zengin bir hidrojel ile mikroorganizmalar olan siyanobakterilerden oluşuyor. Yeryüzünde en eski canlılar arasında yer alan bu bakteriler, fotosentez yaparak düşük ışık koşullarında bile etkinlik gösterebiliyor. Hidrojelin içine entegre edilen bakteriler, atmosferden karbondioksiti alıp biyokütleye dönüştürüyor ve ardından kalıcı karbonatlara çevriliyor. Bu süreç sadece karbonun tutulmasını sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda zamanla yapısal olarak güçleniyor ve dayanıklılığı artıyor. Minerallerin birikimiyle sertleşen bu malzeme, fiziksel olarak da giderek sağlamlaşıyor ve çevresel etkilere karşı direnç kazanıyor.
Hidrojelin yarı geçirgen yapısı, içeriye ışık girmesine ve su ile besinlerin dolaşımına olanak tanıyor. Laboratuvar ortamında, bakterilerin bu malzeme içinde 400 günü aşkın süreyle aktif olarak çalıştığı gözlemlendi. Ayrıca, araştırmacılar, bu canlı malzemeyi üç boyutlu yazıcılar kullanarak şekillendirmeyi başardı. Bu yöntem, yapıların yüzey alanını artırarak daha fazla ışık ve besin emilimi sağlıyor; böylece karbon yakalama verimliliği önemli ölçüde yükseliyor. Bu yenilikçi yaklaşım, karbon tutma kapasitesini artırmak ve malzemenin performansını optimize etmek adına büyük bir adım olarak görülüyor.
Gerçek dünya uygulamaları da hızla gelişiyor. Araştırmanın laboratuvar ortamını aşan ilk örneklerinden biri, Venedik Mimarlık Bienali’nde sergilendi. Burada, hidrojel kullanılarak hazırlanan üç metrelik sütunlar, yılda yaklaşık 18 kilogram karbondioksiti emerek, bir genç çam ağacının emdiği kadar karbonu yakalayabiliyor. Bu projede, canlı malzemenin estetik ve fonksiyonel kullanımıyla karbon tutma hem çevresel hem de sanatsal bir değer kazanıyor. Ayrıca, İtalya’nın Milano kentindeki başka bir projede, bu biyolojik malzeme ahşap yüzey kaplaması olarak kullanılıyor ve mikrobiyal büyüme, estetik açıdan da dikkat çekici tasarımlara dönüşüyor. Bu uygulamalar, karbon yakalama teknolojisinin sadece çevresel değil, aynı zamanda görsel ve mimari açıdan da entegre edilmesini sağlıyor.
Geleneksel karbon yakalama yöntemleri genellikle büyük endüstriyel tesislere, enerji yoğun sistemlere veya kimyasal maddelere dayanırken, ETH Zürih’in geliştirdiği bu yenilikçi sistem tamamen farklı bir yaklaşım sunuyor. Biyolojik ve doğal süreçleri kullanan bu malzeme, pasif, sürdürülebilir ve maliyet açısından daha erişilebilir bir çözüm olarak öne çıkıyor. Bu canlı yapılar, çevresel katkı sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda görünmez değil, aksine dikkat çekici ve inovatif bir tasarım unsuru haline geliyor. Araştırmacılar, bu tip canlı malzemelerin gelecekte bina yapılarının doğrudan parçası haline gelerek, yaşam döngüsü boyunca çevre üzerindeki olumsuz etkileri azaltabileceğine inanıyor. Bu sayede, inşa edilen yapıların sadece taşıyıcı değil, aynı zamanda yaşayan ve çevreye katkı sağlayan organizmalar olabileceği bir gelecek mümkün görünüyor.
Söz konusu araştırmanın detayları, bilimsel dergi Nature Communications’da yayımlandı.