Geçmişten kopup gelen anılarla dolu bir yolculuğa çıkmayı hayal etmek, kapıdan içeri adım atmak kadar etkili olabilir. Colin Farrell’li Büyük, Cesur ve Güzel Bir Yolculuk adlı yapımda, Kogonada yaşam, ölümsüzlük ve aşk temalarını derinleştirerek fantastik bir drama sunuyor; Farrell ve Margot Robbie’nin performanslarıyla bu atmosfer güç kazanıyor. Yalnızlıkla örülü bir karakter olan David, eski bir arabayla arkadaşının düğününe uğradığında, şirketin diyalogları ve yaratılan atmosfer bize bu gerçeküstü dünyanın ipuçlarını veriyor. Düğünün hemen ardından, kendi gibi özgür ruhlu Sarah ile karşılaşmasıyla başlayan, aralarındaki çekim ve flört, yollarını ayrılana dek sürüyor; ancak yolculukları onları yeniden bir araya getiriyor.
Arabası sahiden çalışmadığında bile Sarah’ı yanına alan David, bu yolculukta her kapıyı aralarken geçmişteki farklı zaman dilimlerini ziyaret ediyor. Bu anılar, mutluluk ve hüzün arasında dolaşan bir mozaik oluşturuyor: keyifli anlar, kırgınlıklar, hayal kırıklıkları ve aile içindeki çatışmalar, karakterlerin duygularını derinleştiren unsurlar olarak karşımıza çıkıyor.
Hayao Miyazaki’nin etkisi altında şekillenen senaryonun yazarı Seith Reiss, Menu (2022) için kurduğu gerçeküstü evrenin Temellerini atıyor. Usta yönetme konusunda Kogonada, “İstediğimiz misafirperver ve şaşırtıcı bir evren kurmak” arzusunu dile getirirken, iki oyuncuya verilen ev ödevleri de bu düşünceyi besliyor: Frank Capra ve Federico Fellini’nin fantastik dramlarını ve komedilerini incelemek. Renkli bir dönemden miras kalan technicolor estetiğiyle birleşen yapay renkler, insan duygularını daha net bir şekilde duyuruyor; Colin Farrell, Margot Robbie, Kevin Kline, Phoebe Waller-Bridge ve Lily Rabe gibi isimler, filmde insan iletişimin inceliklerini ve tercih edilen yollarda kalan mesajları hatırlatıyor.
Gerçek ilişkinin olasılığı üzerine kurulan diyaloglar, Kogonada’nın karakterlerine düşen soruları gün yüzüne çıkarıyor: “Bu romantizmi koruyabilir miyuz ve aynı zamanda dünyadaki gerçeklerle nasıl yüzleşiriz?”
ANI YAŞAMANIN DEĞERİ başlığı altında Stephen King hayranlığıyla tanınan Mike Flanagan, Chuck’ın Hayatı adlı kısa öyküsünü (2020) temel alıyor ve sıradan bir muhasebecinin hayatını geriye doğru, sondan başa doğru anlatıyor. Son bölümde, dünyanın sonunun geldiğine inanan kahramanlar, evlerinin pencerelerindeki yazılarla karşı karşıya kalıyor: “Chuck’a 39 muhteşem yıl için teşekkür ederiz.” Bu ifade, kendi yaşamlarının anlamını sorgulamalarını tetikliyor.
İlerleyen sahnelerde, Julliard’dan ayrılan Taylor’ın kasabanın ortasında kurduğu bateri seti, Chuck’un gelecek ziyaretine eşlik ediyor ve yanına Janice’i de alıyor; bu anlar, yaşamın değerli anlarının spontane dansla ifade edilmesini hatırlatıyor. Chuck’un çocukluğu ise Ben Çokluklar Barındırırım temasıyla öne çıkıyor ve dedesi ile ninesinin yaşamla ilişkisini derinleştiriyor.
Flanagan’ın üslubu, hümanist ve şiirsel bir tonla yaşamın anlamını, varoluşun güzelliğini ve sıradan anların değerini vurguluyor. Uzun uzadıya süren sahnelerde Tom Hiddleston, Chiwetel Ejiofor, Karen Gillan, Mia Sara, Annalise Basso, Mark Hamill, Jacob Tremblay ve Cody Flanagan gibi isimler duygusal yoğunluğu güçlendiriyor.