Umay Gedikoğlu’nun sahnedeki özgün duruşu ve 1990’larda Leprechaun topluluğunda gördüğümüz ilk adımlar, bugün hâlâ ardında iz bırakan bir hikâyeye dönüştü. Uzun yıllar boyunca sessiz ve davranışlarını sade tutan bir karakter olarak dikkat çeken Umay, aslında kendini 90’ların pop kalabalığından ayıran derinlikte bir repertuarla kendini gösterdi.

‘Umay Umay’ adlı ilk albümünde söz ve müziği Barlas Erinç’e ait olan parçalarla köklerini ve özgün tavrını ortaya koydu; Şebnem Ferah ve Teoman gibi öncü seslerle karşılaşırken, müzik dünyasının alışılmış pazarlama stratejilerinin dışına çıkarak kendi yolunu seçti. İçsel hesaplaşmaları ağır olsa da gerçeklikten kopmayan bu yaklaşım, dinleyiciye özgürlüğün komik bir yalan olduğunu haykırdı ve Umay’ın doksanlı yılların karanlık tonlarıyla değil, kendi köy evinin sakinliğinde yetişen bir yaşantıyla çarpışmasını sağlayan bir duruştu.
Hazır cevaplı ve cesur olan bu sanatçı, hayatı erken yaşta “boşamak” gibi ağır deneyimlerden geçmesine rağmen umutsuzluğa kapılmadı. Zamanın pop şarkılarından çok, güncel meseleler ve şehirlerden kaçan bir yaşamın hikâyesini dinleyiciye aktardı. Kaset ve CD olarak basılan bu albüm şimdi plak formatında yeniden hayat buluyor; ilk kez plak olarak sunulan bu deneyim dinleyiciyle buluşuyor.

Hakan Kamalı’nın ‘Into The Blue’ kaydı ise caz dünyasında sayısız öğrenci ve iş birliğiyle bilinen bir isim olarak öne çıkıyor. 44 yaşındaki Kamalı, kendi adına çıkardığı ilk solo çalışması olan bu albümde gitar, bestecilik ve prodüksiyon alanlarında kendi etki alanını kuruyor. Adından da anlaşılacağı üzere mavi tonlarıyla gelenekten beslenen ama modern dokunuşlarla bezenmiş olan bu proje, cazın farklı dönemlerinin ruhunu bir araya getiriyor.
Albümü oluşturan 10 özgün beste, dinleyiciye yalnızca bir müzikal deneyim sunmuyor; katılımcı müzisyenlerin ortak ruhunun bir yansıması olarak değerlendiriliyor. Kamalı ve yapımcı kimliğiyle öne çıkan Ülkem Özsezen’in piyanodaki performansı ile Esra Kayıkçı ve Görkem Efe’nin katkıları, her notada uyum ve dengeyi pekiştiriyor. Bu çalışma, cazın sınırlarını keşfederken aynı zamanda gitarcının kişisel ifadesinin bir kolektif ruh olarak yankılandığını gösteriyor; bir bestecinin kendi alanını aşan bir ortaklık hissi taşıyor.













